19 Haziran 2011

Radikal kalmak



Gündemi hangi kaynaklardan takip ettiği, kişinin nerede durduğunu büyük bir oranda belli eder heralde. Karşınızdakinin Bianet'ten ya da Habertürk'ten kaynak göstermesi, kim ile muhattap olduğunuzu ve ne beklemeniz gerektiği konusunda bir fikir verecektir size. Ben, Radikal ile takip ediyorum gündemi. Orada yazan bir kısım köşe yazarının görüşlerini ciddiye alıyorum, orada çıkan haberlerin daha tarafsız ve eleştirel olduğuna inanıyorum, doğru ya da yanlış.

Ülkedeki insanların yarısı bazı kitapların bombadan daha tesirli olduğuna inanıyorsa; aklından geçenleri gönlünce yazmak mı zordur yoksa yazdıklarınla bu insanların zihin dünyalarında yeni kapılar açabileceğine kendini inandırmak mı? Radikal'in bir kalemi, Çınar Oskay, daha fazla mücadele edemeyeceğine karar verdi bugün. Önünü iliklememek, biraz pasaklı kalmak istemesine rağmen, kendisine bayramlıkların giydirilmesine razı olamadı. Türkiye'deki gazetecilik anlayışının takip ettiği rotadan memnun olmadığı için Radikal'deki son yazısını yazdı. Bunun bir ayrılık rüzgarına dönüşmemesi ümidiyle..

Radikal demokratlık, radikal gazetecilik

Dredg

Dredg - Melkweg@Amsterdam - 14.06.2011 - 17 €


Dredg'in Türkiye'ye neden bir türlü getirilmediğini merak ederdim? Bana sorsalar, 1.000 kişilik bir salonu rahatlıkla dolduracak kadar seveni vardır sanırdım. Amsterdam'daki konsere 150 kişi gelince gereğinden fazla iyimser yaklaştığıma inandım. Rock müzik seven geniş bir yelpazeye hitap eden bu müziğin neden bu kadar az kişiyi konser salonuna çektiğine şaşırdım açıkçası.
Dredg ise sempatiklikten uzak tavırları ile çaldı ve gitti, çok fazla bahsetme gereği duymuyorum açıkçası. Her albüme uğradılar konser boyunca ve 80 dakika sonunda sahneden indiler. Yoğun geçen bir haftama hareket kattıkları ile kaldılar.

14 Haziran 2011

Bir seçim hikayesi


Öyle saçma bir zamanda yaşıyoruz ki, internet sansürünü protesto yürüyüşüne katılmak yerine sanal ortamdaki sanal protestoya "check-in" yapan, bu şekilde kendine ve hayatına anlam kattığına inanların olduğu bir zaman bu. Seçim öncesinde de sosyal medyada paylaştıkları linkler ile yaşam tarzlarını koruyabileceğine inanan bir sürü arkadaşım oldu, özellikle facebook'ta çok popülerdi bu tavır. (Sözüm meclisten dışarı, muhtemelen, senelerdir apolitik kalmış bünyeleri bu duruma daha fazla dayanamamış, "like" ederek kendilerini ifade edebilecekleri bir platform fırsatını kaçırmamıştı.) Seçim sonuçları belli olduktan sonra, suçluyu bulmak için de çok beklemediler zaten:

"yaziklar olsun akpyi basa getirenlere.."
"Bu halka herşey "Müstehak" !!! Yazıklar olsun Türkiye"
"ah benim akılsız memleketim ah"

Derin siyasal analizlere girmeye ne benim kapasitem yeter, ne de şu tabloda böyle bir şey gerekli. İktidara oy verenleri bir açıdan anlayabiliyorum: Bu insanların ilk kaygısı evlerine ekmek götürebilmek; anlaşılabilir bir şekilde düşünce özgürlüğü ve insan hakları daha geride yer buluyor ihtiyaç listelerinde. Benim (ve arkadaşlarım) gibi tuzu kuru olan, ailesinin parasıyla eğitimin kralını almış, sayılı üniversitelerde yüksek öğrenimine devam eden, asgari ücretin 3-5 katı maaş alan adamlar değil çoğunluğu. Dolayısıyla, karnını doyurmasına yardımcı olana yakın hissediyor kendini. Hala iktidar partisine oy veren %50'lik kesimi ezmeye çalışanlar önce dönüp kendilerine bakmalılar bana kalırsa. Oy verdiklerini tahmin ettiğim ana muhalefet lideri bile gittiği Diyarbakır'da "buralara gelip sizi dinlemedik" diye özür dilerken (bu özürü, senelerce irtica korkusunun ekmeğini yemek dışında hiç bir şey yapmamış olan bir partinin bütün illerden özür dilemesi olarak genişletmek de sakınca yok sanırsam), ezmeye çalıştıkları kesimleri hala nasıl yok sayabiliyorlar acaba?

Bir yandan da anlayamıyorum bu kişileri: Daha bir kaç ay önce Japonya'nın bir bölümü ortadan kalkmışken, Sinoplular nükleer santrale nasıl bu kadar hevesli olabiliyor mesela? Bir hemşerileri protesto gösterisinde öldürülmüşken, Artvinliler başka hemşerilerinin HES'leri protesto ederken öldürülmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? YGS'den hala "cevap kağıdınız bize ulaşmadı, size tekrar sınav yapalım" mektupları postalanırken, hiç bir anne-baba çektiğimiz stres, test kitaplarına verdiğimiz para boşa gider mi acaba diye kaygılanmıyor mu? Bahsettiklerim, beyaz türklerin ilk dile getirdikleri argüman olan "eğitimsizlik/cehalet" ile açıklanabilecek konular değil bence. Ece Temelkuran en temel soruyu soruyor belki de:

"... Siz nasıl bu kadar zalim oldunuz? Ne zaman oldunuz? Ne zaman zalimin yanında bu kadar saf tuttunuz? Ben bu ülkenin bu halinin, bu kadar değiştirilmesini anlamıyorum. Bu ruh halinin değiştirilmesini anlamıyorum. Bir zamanlar bu ülkede, insanlar güçsüzlerin yanında saf tutardı. Biz bir zamanlar, kaybeden takımları tutardık. Ne oldu da siz her zaman kazanan takımı tutmaya başladınız? Ben bunu merak ediyorum. Sizin şahsınızda bütün bu insanlara soruyorum: Gerçekten, çoğunluğun bu kadar kutsandığı, gücün bu kadar kutsandığı, "Bizim başbakanımızdır, karizması var, gücü var, yapar da, eder de, bütün bunları da yapar, insanları tek tek hedef de gösterir ve biz buna eyvallah ederiz"... Bu ne zaman oldu sizde?..."

Bütün bunları bir kenara bırakıp gerçeğe (ve sonuca) bakarsak; Nedim Şener hala hapisteyken, protesto gösterisi yapanlara polis kaskla kafa atarken, "Bitaraf olan bertaraf olur" psikolojik şiddeti son hızla devam ederken, "Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i kucaklayacağım" diyip Ermeni'nin, Musevi'nin, Rum'un adını ağzına alamazken, 2007 seçimi sonrasında verilen "herkesin başbakanı olma" sözü havada kalmışken; 74 milyonun kucaklanacağı hayaline geri kalanların inanması nasıl beklenebilir ki?

9 Haziran 2011

Iron Maiden

Iron Maiden - Gelredome@Arnhem - 08.06.2011 - 60€


Konserin açıklanmasının ertesi günü iki tane bileti almıştım zaten, 8 haziran gelsin diye kasımdan beri geri sayıyordum. Konser Hollanda'nın en büyük kapalı konser mekanı ve Vitesse'nin stadı olan Gelredome'da olduğu ve Gelredome'da Amsterdam'a bir saat mesafedeki Arnhem'de olduğu için işten öğleden sonrasını izin almıştım. Öğleden sonra üç gibi kiralık arabamızla yola çıktık. Arnhem'e girdikten sonra Iron Maiden tabelaları otoparka doğru yönlendirdi bizi, oradan da otobüsler ile konser alanına.

Saat beş gibi alana vardığımızda etrafta öyle çılgın bir kalabalık yok, hafta içi nedeniyle heralde diye düşünüp avutuyorum kendimi. Elektronik müziğin en popüler temsilcilerinin çıktığı bir ülkede rock ve metal müzik doğal olarak yeterli ilgiyi çekmiyor hiç bir zaman. Alan dolar mı, Maiden'a rezil olur muyuz düşüncelerini bir kenara kaldırıp merchandise standına gidiyoruz. Gazımız had safhada, birer tour t-shirt'ü çekiyor kardeşim ikimize de. Tam zamanında, altıda kapılar açılıyor saha içindekiler için. Sahneye kısmen yakın bir yerde konuşlanıyoruz; ne izdihamdan telef olacak kadar önlerde, ne de konseri sabit şekilde izleyenlerin arasında kalacak kadar uzakta. Hollanda'da olduğumuzu hatırlıyorum sonra, öğle yemeklerinde bile süt içen, boy ortalaması 1.80 olan adamların memleketi. Sahneyi rahat görmek imkansız maalesef.


Saat dokuzda sahneye çıkan Iron Maiden bu turnedeki klasik setlist'ini çalıyor ve iki saat sonunda konser bitiyor. Konser iyiydi, güzeldi demek gereksiz; aylardır bu konseri bekliyorduk zaten. Gelmiş geçmiş en büyük grup olarak gördüğüm adamları sahnede izlemenin ve şarkılarına bağırarak eşlik etmenin üzerimdeki etkilerini kolay kolay ifade edemem. Ergenlik çağındaki birinden bunları duymak standart olabilir belki ama 28 yaşındaki birinin hala böyle heyecanlanmasını olumlu olarak değerlendirmek istiyorum.



Steve Harris'e de özel olarak değinmem gerek bence. "Keşke hobim işim olsa" geyiği vardır, bu adam onun canlı hali işte. 54 yaşında ve hala sahnede ayak basmadık yer bırakmıyor, hala bütün şarkıların sözlerine eşlik ediyor. Gitar çalarken keyif aldığını ve mutlu olduğunu her halinden anlayabiliyor insan. Iron Maiden gibi bir grubu kurmuş olması ve şarkılarının hemen hepsinde imzasının olması da cabası. Seviyoruz seni Steve Harris.

Heaven Can Wait
2 Minutes to Midnight
Running Free