23 Nisan 2011

patlak lastik değiştirilir


Dün, Hollanda'ya entegrasyon konusunda koca bir adım daha attım: Bisikletimin patlak ön lastiğini tamir ettim. Başlangıçta amacım ön tekerleği komple sökmek ve iç lastiği yenilemekti ama tekerlek yerinde kalmakta inat edince B planını uyguladım ben de. Önce dış lastiği tek taraftan aralıyosun, sonra iç lastiği dışarı çıkarıp su dolu bir kovada nereden hava kaçırdığını buluyosun. Simson marka yapıştırıcı ile deliği kapattıktan sonra yama ile eskisinden daha iyi bir hale geliyor. Ben tamir işi ile debelenirken, ev sahibinin oğlu gördü beni. Şöyle bi bakıp "Sen yenisin buralarda, tamir etmeyi biliyo musun?" diyince, "Ne sandım y..m!" diye kovdum başımdan. Bir de yoldan geçen bir dede "Kolay gelsin ustam!" diyerek iyice havaya soktu beni. Yaklaşık bir saat boyunca uğraştıktan sonra bisikletim yola çıkmaya hazırdı. Bütün bu süreçte gösterdiği yardım ve desteklerden dolayı Youtube'a teşekkürlerimi sunarım.

Burada hava 22 derece. Bu da sana kapak olsun İstanbul.

9 Nisan 2011

Stockholm


"Havalar biraz ısınsın" mazeretinin arkasına saklanıyorduk uzun bir süredir. Nisan ayı gelince bu mazeretimiz de geçersiz kalmıştı, ya da biz öyle sanıyorduk. 1 Nisan akşamı uçağımız bulutların içinden geçip havaalanına yaklaşırken, ilk verdiğim tepki "Lan!" oldu. Bu tepkiyi uçağı normalden hızlı bir şekilde piste indirip, terminale girilecek yolu kaçıran ve 500 metre ötede uçağa U dönüşü yaptıran pilota da vermedim. Şaşkınlığım yerlerin hala karla kaplı oluşunaydı. Şehrin dışında, izbe bir yerde olduğumuza yormak istedim ama şehir merkezine de iki gün önce kar yağdığını öğrenmek; Hollanda'nın havası hakkında bir daha kötü şekilde konuşmama kararı verdirdi bana. Nisanın gelişiyle Amsterdam'da eldivenden sonra bere sezonunu da kapatmış biri olarak (atkı tam gaz devam), Stockholm'de bereye geri dönmek ve eldiven getirmediğim için hayıflanmak pek hoş olmadı aslında. Kısacası, Stockholm çok soğuk. Bu arada, nehirlerdeki buzlar yeni yeni çözülmeye başlamıştı. Nisan ayındayız lan.


Canımı sıkan bir konuyu daha kafamdan atayım sonra şehirden bahsedeceğim. Sözüm İsveç'teki kızların hepsinin sarışın ve manken gibi olduğu efsanesini başlatan mala: Yalancısın olm sen! Hayatında Stockholm'e adımını atmamış bir malsın sen. Güzeli geçtim, sarışın yok etrafta. Tek kelimeyle ayıp. 

Şehir iki ana kara ve aralarına dağılmış adalar üstüne kurulmuş durumda. Merkez, adaların etrafına kurulmuş ancak şehir dışarıya doğru açıldıkça açılmış. Stockholm'e hoşgeldiniz yazısından sonra merkeze ulaşmak için 30 km daha yol gidiliyor. Bu 30 km, aynı İstanbul'da olduğu gibi, merkezin yapısından bağımsız çarpık çurpuk binalarla dolu. Sadece bir dolu günümüzün olmasının verdiği gaz ve zorunlulukla her tarafa yetişmeye çalışıyoruz. Nerelere gittiğimizden bahsetmeye gerek yok, bütün rehber kitaplarda bahsedilen yerleri dolaştık biz de. Gamla Stan, Drottningholm Sarayı (kendisi Unesco World Heritage, yanlış olmasın), Historiska Museet (dünya viking olsun!), İsveç parlamentosu ve daha bir kaç turistik noktayı daha görüp Stockholm'ün üzerine check işaretini koyduk. İlginç bir diğer nokta ise bira içmek üzere oturduğumuz iki yer de Türk işletmesi çıktı. Stockholm alkol piyasası Türkler'in elinde mi acaba?