14 Haziran 2011

Bir seçim hikayesi


Öyle saçma bir zamanda yaşıyoruz ki, internet sansürünü protesto yürüyüşüne katılmak yerine sanal ortamdaki sanal protestoya "check-in" yapan, bu şekilde kendine ve hayatına anlam kattığına inanların olduğu bir zaman bu. Seçim öncesinde de sosyal medyada paylaştıkları linkler ile yaşam tarzlarını koruyabileceğine inanan bir sürü arkadaşım oldu, özellikle facebook'ta çok popülerdi bu tavır. (Sözüm meclisten dışarı, muhtemelen, senelerdir apolitik kalmış bünyeleri bu duruma daha fazla dayanamamış, "like" ederek kendilerini ifade edebilecekleri bir platform fırsatını kaçırmamıştı.) Seçim sonuçları belli olduktan sonra, suçluyu bulmak için de çok beklemediler zaten:

"yaziklar olsun akpyi basa getirenlere.."
"Bu halka herşey "Müstehak" !!! Yazıklar olsun Türkiye"
"ah benim akılsız memleketim ah"

Derin siyasal analizlere girmeye ne benim kapasitem yeter, ne de şu tabloda böyle bir şey gerekli. İktidara oy verenleri bir açıdan anlayabiliyorum: Bu insanların ilk kaygısı evlerine ekmek götürebilmek; anlaşılabilir bir şekilde düşünce özgürlüğü ve insan hakları daha geride yer buluyor ihtiyaç listelerinde. Benim (ve arkadaşlarım) gibi tuzu kuru olan, ailesinin parasıyla eğitimin kralını almış, sayılı üniversitelerde yüksek öğrenimine devam eden, asgari ücretin 3-5 katı maaş alan adamlar değil çoğunluğu. Dolayısıyla, karnını doyurmasına yardımcı olana yakın hissediyor kendini. Hala iktidar partisine oy veren %50'lik kesimi ezmeye çalışanlar önce dönüp kendilerine bakmalılar bana kalırsa. Oy verdiklerini tahmin ettiğim ana muhalefet lideri bile gittiği Diyarbakır'da "buralara gelip sizi dinlemedik" diye özür dilerken (bu özürü, senelerce irtica korkusunun ekmeğini yemek dışında hiç bir şey yapmamış olan bir partinin bütün illerden özür dilemesi olarak genişletmek de sakınca yok sanırsam), ezmeye çalıştıkları kesimleri hala nasıl yok sayabiliyorlar acaba?

Bir yandan da anlayamıyorum bu kişileri: Daha bir kaç ay önce Japonya'nın bir bölümü ortadan kalkmışken, Sinoplular nükleer santrale nasıl bu kadar hevesli olabiliyor mesela? Bir hemşerileri protesto gösterisinde öldürülmüşken, Artvinliler başka hemşerilerinin HES'leri protesto ederken öldürülmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? YGS'den hala "cevap kağıdınız bize ulaşmadı, size tekrar sınav yapalım" mektupları postalanırken, hiç bir anne-baba çektiğimiz stres, test kitaplarına verdiğimiz para boşa gider mi acaba diye kaygılanmıyor mu? Bahsettiklerim, beyaz türklerin ilk dile getirdikleri argüman olan "eğitimsizlik/cehalet" ile açıklanabilecek konular değil bence. Ece Temelkuran en temel soruyu soruyor belki de:

"... Siz nasıl bu kadar zalim oldunuz? Ne zaman oldunuz? Ne zaman zalimin yanında bu kadar saf tuttunuz? Ben bu ülkenin bu halinin, bu kadar değiştirilmesini anlamıyorum. Bu ruh halinin değiştirilmesini anlamıyorum. Bir zamanlar bu ülkede, insanlar güçsüzlerin yanında saf tutardı. Biz bir zamanlar, kaybeden takımları tutardık. Ne oldu da siz her zaman kazanan takımı tutmaya başladınız? Ben bunu merak ediyorum. Sizin şahsınızda bütün bu insanlara soruyorum: Gerçekten, çoğunluğun bu kadar kutsandığı, gücün bu kadar kutsandığı, "Bizim başbakanımızdır, karizması var, gücü var, yapar da, eder de, bütün bunları da yapar, insanları tek tek hedef de gösterir ve biz buna eyvallah ederiz"... Bu ne zaman oldu sizde?..."

Bütün bunları bir kenara bırakıp gerçeğe (ve sonuca) bakarsak; Nedim Şener hala hapisteyken, protesto gösterisi yapanlara polis kaskla kafa atarken, "Bitaraf olan bertaraf olur" psikolojik şiddeti son hızla devam ederken, "Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i kucaklayacağım" diyip Ermeni'nin, Musevi'nin, Rum'un adını ağzına alamazken, 2007 seçimi sonrasında verilen "herkesin başbakanı olma" sözü havada kalmışken; 74 milyonun kucaklanacağı hayaline geri kalanların inanması nasıl beklenebilir ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder