23 Eylül 2012

Berlin - Dresden - Münih


Berlin'e ilk gidişim üniversitenin ikinci senesinin sonundaydı. Köyden hallice Koblenz şehrinde staj yaparken iki ayı nasıl geçireceğim sorusunun yanıtını Berlin vermişti bana: Her haftasonu başka bir şehire gitmeliydim. İlk haftasonunu Berlin'de yaşayan liseden arkadaşımla geçirmek için çıkmıştım yola. O ziyaretimden aklımda kalanlar tekila ve Feigling ile çok sarhoş olduğum, gece kıçımın donduğu ve ertesi gün Bundestag önündeki çimlerde mal gibi yatışımız. Bu sefer daha hazırlıklıydım.



Bana şu ana kadar gezdiğim şehirlerin hepsinden daha hüzünlü geldi Berlin. Koca bulvarları, alışveriş merkezleri, haşmetli mimari yapıları, punk-emo-hipster dolu metrolarına rağmen hüzünlü bir şehir. Belki gezi boyunca şehrin tarihine bu kadar maruz kaldığım için, belki de bu tarih şehrin üstüne sis gibi çöktüğü için.

Presumably, the regime's Jewish policy was not popular 
among the population. But neither was it a subject of primary concern; 
there was after all much that disposed people to excuse Hitler and his crowd, 
their "mistakes" or "excesses" in other areas. Given the constant stream of 
great political events and the improvement of the social and economic lot 
of most Germans, the regime's policy towards the Jews seemed an aspect 
that was marginal and of little importance in the face of the Nazis' successes. 
Ulrich Herbert, Tarihçi

Uzaklarda yaşayanlar için hikaye basit: Bir duvar vardı, sonra yıkıldı. Berlin'deyken bu hikayenin altı ister istemez doluyor. Araştırmaya üşenenler için kısa bir özet: Savaş sonrası Almanya toprakları dört devlet (ABD, Fransa, İngiltere, SSCB) tarafından paylaşılıyor, Berlin (SSCB tarafında kalmasına rağmen) herkesin gözbebeği olduğundan orayı da dörde pay ediyorlar. SSCB tarafında (doğal olarak) sosyalist bir devlet kuruluyor, göbekten Moskova'ya bağlı. Kömünist rejimin baskıları ve yaşam standartlarından kurtulmak isteyen herkes soluğu Batı Almanya'da alıyor. Berlin'de yaşayan içinse sorun yok, iki adım ileriye taşındıklarında zaten uygar yaşama ulaşıveriyorlar. Binlerce kişinin bu şekilde ülkeyi terketmesini önlemek için bir gecede bütün Batı Berlin sınırı Doğu tarafından tellerle çevriliyor. Sonrası ise ayrı düşen aileler, sınırı geçmeye çalışırken ölen/öldürülen yüzlerce insan ve totaliter rejimlerde görülen diğer baskılar.

I am of the opinion that we must keep a large proportion 
of the political and criminal offenders in the camps for many years, 
at the very least until they have become accustomed to order, 
not until we are convinced that they have become decent people, 
but rather until their will is broken. 
There will be very many who can never be released. 
Heinrich Himmler, Schutzstaffel (SS) lideri

Bu hüzünlü hikayesine rağmen Berlin bu sis bulutunu dağıtmak için uğraşıyor gibi geldi bir yandan da. Geçmişi yok saymak yerine ondan ders çıkarmak için çaba sarfediyor sanki. İkinci Dünya Savaşı ve Doğu Almanya geçmişine ait onlarca müzeyi, çoğunluğu Alman olan diğer ziyaretçiler ile beraber dolaştım. Bastonuyla gezen yaşlılar geçmişi mi yad ediyordu, yoksa günah mı çıkarıyordu, bir fikrim yok.


Like the mood in August 1914, that of 1933 represented 
the actual power base of the coming Führer state. There was 
a very widespread sense of release and liberation from democracy. 
What is a democracy to do when the majority of the population 
no longer wants it? There was a desire for something genuinely new; 
popular rule without parties, popular leader figure. 
Sebastian Haffner, Gazeteci 

Berlin'deyken konu mutlaka "döner kebab"a da geliyor. Ülke ikiye bölündükten sonra Batı tarafından kimse Berlin'e yerleşmek istemiyor, sonuçta savaş sırasında yıkılmış, Doğu Almanya'nın içinde hapis bir şehirden söz ediyoruz. Batı Berlin'e yerleşeceklerin zorunlu askerlikten muaf oldukları ilan edilince sanatçılar, pasifistler, anarşistler, enteller şehrin yolunu tutuyorlar. Ama şehri baştan inşa edecek kitlenin bunlar olmadığı belli. Türkiye ile yapılan anlaşmayla Türk işçiler geliyor bu sefer şehre. Üç tarafı Doğu Berlin tarafından sarılmış Kreuzberg'e yerleştiriyorlar onları. Onlarla beraber döner de Berlin'e ve oradan bütün Avrupa'ya ulaşmış oluyor. Şimdi ise Kreuzberg, cafelerinde çekirdek çitleyen teyzelerin yanında eski fabrikalardan bozma club'larda kopmaya giden gençlere de ev sahipliği yapıyor.



Berlin'de geçen dört günden sonra yolculuk Dresden'e. Ne beklemem gerektiği konusunda bir fikrim yok. Savaş sonunda merkezinin %90'ı yıkılan şehir neredeyse tamamen yeniden inşa edilmiş durumda. Ancak bu da her şeye yapay bir hava katıyor. Sanki gelecek turistlere göstermek için fanusta saklanan bir şehir burası. Berlin'in tersine, geçmişe yönelik hiç bir işaret yok burada, sanki geçmiş hiç yaşanmamış gibi. Berlin anlatmaya ne kadar hevesliyse, Dresden de unutmaya. Yağmurlu havanın da etkisiyle Dresden'e fazla yüz vermiyorum, onun da pek umrunda değil zaten.



Ertesi gün Münih'e doğru yola çıkıyorum ve tren istasyonundan çıktığımda tekrar yaşayan bir yere vardığım için mutluyum. Münih'in de Berlin gibi hayat dolu bir şehir olduğu ilk andan itibaren belli oluyor. Ama zaman geçtikçe, Berlin'in kaotik halinden fersah fersah uzakta olduğunu farkediyor insan. Daha bir düzenli, daha bir "alman" gibi. Amsterdam yeşil bir şehir; en fazla yarım saat harcayarak şehirden uzaklaşıp yeşile doyabiliyorsun. Münih ise bunu daha uç bir noktaya taşımış, 15 dakika içinde medeniyetten kopup ağaçların arasında kaybolabiliyorsun. Medeniyetten koparken bile en yakın Biergarten'a beş dakika uzaklıkta olmak Oktoberfest'i kutlayan bir şehirde beni hiç şaşırtmıyor.



Son günümü Dachau'ya ayırıyorum, Naziler'in iktidara gelmelerinden sonra ilk açılan ve savaşın sonuna kadar "halka zararlı" herkesin gönderildiği Dachau toplama kampına. 2.000 kişilik bir kapasiteyle kurulan ama savaş biterken 35.000 kişinin "gözetim" altında tutulduğu kampa başlangıçta politik muhalifler gönderilirken, daha sonra eşcinseller, sosyal açıdan uyumsuzlar, çingeneler ve hükümlüler de yollanmış. Kampta çoğunluğu Yahudiler oluştursa da , Naziler onları üstteki kategorilerden birine yerleştirirlermiş çünkü kimsenin sadece Yahudi olduğu için bu kampa gönderilmediği idda edilirmiş. Kampın içinde yarım gün geçirince insanın morali bozuluyor doğal olarak ama buranın tekrarlanmaması için (kamptaki anıtta yazdığı gibi, Nie wieder...) hatıraları canlı tutmak gerekiyor.



Aslında gezimin tamamını göz önüne alınca; Hitler'in, Dachau'nun, Berlin Duvarı'nın tekrar yaşanmaması için Almanlar'ın çözüm yolunu bulduklarını farkediyorum: Geçmişinden kaçmamak, geçmişini inkar etmemek, geçmişi yaşanmamış varsaymamak; tam tersine, onunla yüzleşmek. Darısı geçmişi kanlı ve karanlık diğer ülkelerin başına.

* Aradaki pasajlara Topographie Des Terrors müzesini gezerken rastladım. Serbest çağrışım yaptılar.



1 yorum: