27 Şubat 2010

end of an era..


Alkazar Sineması kapanıyormuş. İtü'de okurken, ders bitince kampüste daha fazla kalmak için bir nedenim olmazdı, ben de kendimi Taksim'e atardım. İçip sıçmak amacıyla değil -öğlen de içilebilir tabi, neden olmasın-, sinemaya gitmek için. Sinemanın sanat olduğunu daha yeni anladığım dönemler, Kitano'nun Dolls'unu izleyip ağzım açık salondan çıktığım zamanlar. Neyse, Alkazar da duraklarımdan birisiydi. Dogville, Oldboy, Pan's Labyrinth, Battle Royal, Cache, Barbarların İstilası, Boş Ev, Gegen Die Wand hep orada izlendi..

Kapılarını kapatan sadece Alkazar değil maalesef. Pes turnuvalarına, poker gecelerine ev sahipliği yapmış, yatacak yeri olmayanlara kucak açmış, kavgalı risk oyunlarına tanık olmuş, duvarları dart oklarıyla delinmiş, biranın yanında çikolata yiyenleri görmüş, en kral tiramisulara mutfaklık yapmış, en yakın dostlarımızı defalarca ağırlamış, Boğaziçi'nin hemen yanında muhteşem üç sene geçirmemizi sağlamış olan Dilek Apartmanı daire 9, mart sonu itibariyle hizmet sektöründen çekiliyor. Salondaki minderlere son bir kez daha yatmak, Murat'ın ayna  için duvara çaktığı öksüz çiviye son bir kez bakmak, o ufak mutfağa tekrar beş kişi toplanıp bira muhabbeti yapmak, son kez elektrik oyunu oynamak isterdim ama ne yapalım. Canım gerçekten çok sıkkın...

21 Şubat 2010

NL-TR hattı


Sabahları işe geldiğimde yaptığım ilk şey önce Outlook'u açmak, (gelen mailleri umursamadan) hemen sonra da Radikal gazetesini okumak. Istanbul'da da bu şekildeydi, burada da geleneği bozmuyorum. (Bu arada Hollanda ile ilgili hiç bir güncel gelişmeden haberdar olmadığımı farkettim, martta yerel seçimler varmış mesela, bir de daha yeni koalisyon hükümeti dağılmış. Şu aşamada bu taraf ilgimi çekmiyor sanırım. Ayrıca buranın gündeminin tr'ye göre çok daha sıkıcı olduğuna eminim..). Hem ayılmam için biraz daha vaktim oluyor, hem de tr'den çok uzak kalmamış oluyorum.
Tr'nin gündemini Istanbul'dayken bile takip etmek emek istiyordu, burada ise gözden kaçan bir sürü haber oluyordur eminim. Ancak bu hafta okuduğum haberler ve yaşanan gelişmeler, hem gözden kaçamayacak kadar büyük, hem de tr gibi her şeye ama her şeye aliştığımız bir yer için bile fazla uçuk. Yaşananlardan bihaber olanlar Radikal'de bugün başlamış olan yazı dizisine göz atabilirler.
Hiç bir zaman "en büyük Türkiye!" formatında biri olmadım, gurbetçi olduktan sonra da herhangi bir şey değişmedi benim tarafımda. İnsanların seçme şanslarının olmadığı bir konuda nasıl bu kadar heyecanlanabildiklerini de anlamıyorum. Gene de son yaşananlara bakınca üzülmeden edemiyorum. Hukukun bu kadar laçkalaştığı, insanların iki kutuptan birine taraf olmaya zorlandığı, açılım için Seda Sayan'a umut bağlanıldığı, 69 gündür sokakta haklarını arayanların duymazdan gelindiği ve bütün bunların bir ay sonra unutulmuş olacağı bir yerde yaşamayı kimse haketmiyor bana kalırsa. Ya da tam tersine, "canım Türkiyem" bunu hakettiği için vaziyet bu.

20 Şubat 2010

Ben bugün güneş gördüm


En sonunda güneş yüzünü gösterdi bugün. Sabah yatakta uyku ve uyanıklık arasında gidip gelirken yüzümde güneşi hissetmek bir anda mutlu olmama yetti. O kadar uzun zaman olmuş muydu güneşi görmeyeli hatırlayamıyorum. Güneşin verdiği gazla mutlu ve enerjik bir şekilde başladım güne. Hemen bir duş ve kahvaltı falan etmeden attım kendimi dışarı. Hafta içinde kafaya koymuştum, pazardan alışveriş yapacaktım. Evimin iki sokak paralelinde Amsterdam'ın en büyük açık hava pazarı -Albert Cuyp- kuruluyor. Gene kıyaslamamızı yapalım biz; Albert Cuyp dediğimiz maksimum 300 metre uzunluğunda bir sokak pazarı, sokağın her iki tarafında tezgahlar kurulu. Salı Pazarı ile falan kıyaslanacak bi yani yok yani, onun daha organize ve sessiz-sakini. Peynir, deniz ürünleri, çiçek, taze meyve-sebze, kuruyemiş, çikolata, kıyafet, bisiklet vs. bulabiliyorsunuz. Albert Heijn'a (buranın Migros'u) alternatif olamasa da, haftada bir uğranıp taze ürünler ile hayata tat katılabilir. Ben de bu haftama bir çeşit otlu peynir, iki demet sarı lale, brüksel lahanası, yeşil fasulye (zeytinyağlı fasulye zorlayacam) ve stroopwafel ile renk katmaya çalıştım.
Ben bu yazıyı bitirene kadar tabiki de hava kapadı ve yağmur başladı gene. Hollanda'nın havası için kelimeler gerçekten yetersiz.

15 Şubat 2010

ulver... the rest is silence

Ulver - 013@Tilburg - 12.02.2010 - 21:00 - 30 €

Müzik dinlemek her zaman bir parçası oldu hayatımın, bunda en büyük etken evdeki ortamdır, Queen dinleyerek büyüdük ne de olsa. Bir müzik aleti çalma aşamasına geçememiş olsam da, kendi çapımda takipçisi oldum belli türlerin. Geçen cuma güzel bir gündü bu açıdan. Müzik zevkimin olgunlaşmasına yol açan albümün yaratıcılarını canlı olarak izleme fırsatı buldum, on yılı aşkın bir süredir konser vermediklerini söylersem heyecanımı daha iyi anlatmış olurum. 500'den fazla seyirci, sandalyelerin üstünde izledik Ulver'i. Bir buçuk saatlik dönüş yolculuğunda eve kaliteli bir hoparlör sistemi almaya karar verdim, daha fazla ertelemeden.

Hallways of Always
Lost in Moments

13 Şubat 2010

1



Haftasonunu işten izin alınan iki gün ile birleştirince, dolu dolu geçirilen 4 günümüz oldu. Babam'da gelince Amsterdam - Delft hattında yoğun bir trafik yaşandı doğal olarak. Ama artık tek kişilik gösterime geri dönme vakti geldi tekrardan. Üç sene boyunca Boğaziçi'nin dibinde kardeşlerimle yaşadıktan sonra tek kişilik gösterilere alışamadım tam olarak.Daha iki ay oldu bu sektöre gireli, heyecan yapmaya gerek yok. Tadım kaçmadı henüz, merak etmeyin :)

6 Şubat 2010

3

Pazartesiden beri şenlik var evimde, İstanbul'dan gelen misafirimi ağırlıyorum.. Dilek apartmanı daire: 9 tekrardan bir arada.. Bir haftadır hayat daha bir hızlı akıyor burada, daha bir yüzüm gülüyor, daha kolay "siktir et" diyorum kafama takılanlara.. Bunu ısınma turu olarak ümit ediyoruz, bir kaç ay sonra kalıcı olarak bekliyoruz kendisini bu ülkeye.. Yarın bir misafirimiz daha var, haftasonunu şenlendirmek üzere.. Geldiğimden beri hiç olmadığı kadar hareketlendi hayatım sanırım.. Kanepem hiç kapanmasın istiyorum, misafir takımlarım hep üzerinde kalsın..